Komünist Manifesto Üzerine Notlar

“Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor: Komünizm hayaleti. Avrupa’nın tüm eski güçleri bu hayalete karşı kutsal bir sürgün avı için ittifak halindeler, Papa ile Çar, Metternich ile Guizot, Fransız radikalleri ile Alman polisleri.”Marks ve Engels’in günümüzden yüz yetmiş dört evvel kaleme aldıkları Komünist Manifesto’nun ilk satırları bu sözlerle başlıyordu.

Ve aradan yüz yetmiş dört sene geçti. Bu zaman zarfında çok şey oldu, zaman çok şeyi değiştirdi. Öyle zamanlar oldu ki, Komünist Manifesto’da ilan edilen amaçlar için milyonlar barikatlarda dövüştü, katledildi, hapsedildi ve Komünist Manifesto’da ilan edilen idealler adına neredeyse yeryüzünün yarısında iktidar olundu.

Ve öyle bir zamanda yaşar olduk ki, egemenler zaferlerini ilan etmekle kalmadılar, aynı zamanda “Tarihin sonu” olduğunu da ilan ettiler. Dahası, ezilenlerin önemli bir kısmını da bu safsataya inandırmayı başardılar.

Ama sınıf mücadelesindeki iniş çıkışlara rağmen Komünist Manifesto, gerek Burjuvazi için, gerek işçi sınıfı için, gerekse de komünistler için tarihsel ve güncel önemini her daim korumaya devam etti, devam ediyor.

Komünist Manifesto, burjuvazi ve işçi sınıfı için önemini koruyor olsa da, Komünist Manifesto’nun eleştirisini yapmak komünistlerin ödevidir. Çünkü onun ideallerini yerine getirmekle yükümlü oldukları kadar onu aşmakla da yükümlü olan, onun mirasçısı olan komünistlerdir.

Biz, Komünist Zemin’in ardında duran komünistler, Komünist Manifesto’nun ilanının yüz yetmiş dördüncü yılında, Komünist Manifesto’nun ve Komünist Manifesto’nun yazarlarının, yani Marksizm’in kurucularının devrimci bir eleştirisini yapmayı kendi ödevimiz olarak görüyoruz. Çünkü komünizm düşüncesini ileriye taşımanın, komünist olmanın ve yaşama komünist bir temelde müdahale edebilmenin yolu buradan geçmektedir.

Komünist Manifesto’dan Günümüze Marksizm’de Değişmeyen Nelerdir?

Komünist Manifesto’da dün olduğu gibi bugün de değişmeyen, onun ruhunu temsil eden yanlardır. Bu yanları şu başlıklar altında toplamak mümkündür:

1) Materyalist tarih anlayışı;

2)  Kapitalizmin analizi;

3) “Kapitalizmin uluslararası gelişimi, proleter devrimin uluslararası karakterini önceden belirler” belirlemesi;

4) Kapitalizm kendini bir dünya imparatorluğu olarak örgütlerken, “kendi mezar kazıcısı olan sınıfı da yaratmaktadır” belirlemesi;

5) Burjuva toplumundaki çelişkilerin analizi;

6) “İşçi sınıfı, toplumun sosyalist dönüşümü için iktidarı kendi elinde öyle yoğunlaştırmalıdır ki, yeni düzene giden yolda önüne çıkan tüm politik engelleri paramparça edebilsin” belirlemesi;

7) Komünistler, “amaçlarına, var olan tüm toplumsal koşulların zorla yıkılışıyla ulaşılabileceğini açıkça ilân ederler” belirlemesi;

8) “Proleterlerin bir sınıf olarak örgütlenmeleri, sonuçta onların bir politik parti olarak örgütlenmeleridir” belirlemesi;

9) Modern devletin yönetimi, bütün burjuvazinin ortak işlerini yöneten bir komiteden başka bir şey değildir” belirlemesi;

10) “Şimdiye kadarki tüm toplumların tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir” belirlemesi;

11) En nihayetinde de eşitlik ve dayanışma temelli bir toplum ütopyası önermesidir.

Yukarıda on iki başlık altında topladığımız noktalar, esasen gerek Komünist Manifesto’nun, gerekse de Marksizm’in yaşayan ruhunu temsil etmektedir ve bu noktalar yüz altmış sene evvel olduğu gibi bugün de canlılığını ve geçerliliğini korumaktadır. Komünizm düşüncesi ve eylemi geçerliliğini korudukça, Komünist Manifesto’nun ve Marksizm’in ruhunu oluşturan bu noktalar da geçerliliğini korumaya devam edecektir.

Komünist Manifesto’da ve Marksizm’de Aşılması Gereken Nelerdir?

Komünist Manifesto’da ve Marksizm’de aşılması gereken noktaları da şu ana başlıklar altında toplamak mümkündür.

1) Komünist Manifesto’da ve Marksizm’de toplumların izlemesi gereken yol izah edilirken evrimci tarih anlayışının batağına düşülmüştür. Komünist Manifesto’nun yazarlarının tarih anlayışı Materyalist olsa da, toplumların izlemesi gereken yolu izah ederlerken, bu, onların evrimciliğin bataklığına saplanmalarını engellemeye yetmemiş, bundan dolayı da, toplumların uygarlaşmasının yolunun Batılılaşmaktan geçtiğini, daha doğrusu Batılı olamayan toplumların uygarlaşmak zorunda olduklarını söylemişlerdir. Toplumların ve toplumsal mücadelelerin tarihi ve seyri göstermiştir ki, evrimci bir yol, toplumsal ve sınıfsal çatışmaların dinamizmi tarafından tarihin çöplüğüne atılmıştır. Yaşam içerisinde defalarca aşılmış ve toplumsal olayların karşı konulmaz gücü tarafından mahkûm edilmiş olan bu evrimci ve Batı merkezli anlayışın, Komünizm hareketi tarafından da aşılması bir zorunluluktur.

2) Komünist Manifesto’nun yazarları, Burjuvazinin, daha doğrusu burjuva uygarlığının “bütün ulusları, en barbar olanları bile uygarlığa çekme” kapasitesinden hayranlıkla söz ederek, dünya çapında egemen sınıf olarak yükselen Burjuvazinin talan ve sömürgeci hareketi, bir “uygarlık” projesi olarak tanımlamışlardır.

Tam da bundan dolayıdır ki, Komünist Manifesto’nun yazarları, Hindistan’ın İngilizler tarafından sömürgeleştirilmesini bir “uygarlaştırma” hareketi olarak değerlendirip, selamlamışlardır. Marksizm’in Batı merkezci ve “ilerlemeci” yanının bir ürünü olan bu yaklaşım, Marksizm’in günahkâr doğmasının sebeplerinden biridir. Komünizm hareketi tarafından bu günahın hesabı verilmeli ve Marksizm’in bu handikabı mutlaka aşılmalıdır.

3) Komünist Manifesto’nun yazarları, Burjuva uygarlığının üretici güçleri geliştirip, “Doğanın güçlerinin insana tabi kılınışı”na yol açması dolayısıyla, Burjuvazinin bu eylemine bir “ilericilik” atfetmiş ve modern burjuva üretimi tarafından “koca kıtaların tarıma açılması” selamlanmıştır. Bu anlayış da, tıpkı yukarıda belirttiğimiz; Marksizm’in de etkisinden kurtulamadığı ilerlemeci tarih anlayışının bir sonucudur ve mutlaka aşılmalıdır.

4) Komünist Manifesto’nun yazarlarının ve Marksizm’in kurucularının bir başka handikabı, ilerlemeci anlayışına denk düşen, kendiliğindenciliktir.

Komünist Manifesto’nun yazarlarının ilerlemeci yaklaşımlarını Michael Löwy, şöyle ifade ediyor:

“İlerlemeci ideolojinin “kaderci iyimserliği” denen şeyden esinlenen Marks ve Engels, burjuvazinin düşüşünü ve proletaryanın zaferini “eşit derecede kaçınılmaz” şekilde hiç tereddütsüz ilan ettiler, Tarihi, sonuçları bilim tarafından, tarihin yasaları tarafından ya da sistemin çelişkileri tarafından garantilenmiş bir süreç olarak gören yaklaşımın siyasal sonuçları üzerinde fazlaca durmaya gerek yok. Böyle bir yaklaşım kendi mantıksal sonuçlarına vardırılacak olsa -Manifesto’nun yazarları tabii ki bunu yapmadı-, devrimci bilince, örgütlenme ve inisiyatife yani öznel etmenlere hiç gerek kalmazdı, Plekhanov’un da belirttiği gibi eğer “programın zaferi, güneşin yarın doğacak olması kadar kaçınılmaz”sa, neden siyasi bir parti, kurulsun, bir gösteriş için insanların hayatları, tehlikeye atılsın? Yarın güneşin doğmasını garantilemek için bir hareket örgütlemeyi kimse hayal etmeyecektir.” (Michael Löwy: Küreselleşme ve Enternasyonalizm) 

Marksizm’in bu ilerlemeci tarih anlayışına ilk itirazları duyabilmek için yarım yüzyıldan fazla bir zaman beklemek gerekecekti. Komünist Manifesto’nun yazarlarına ilk itirazlar, Troçki’nin sürekli devrim anlayışında, Rosa Lüksemburg’un 1915 tarihli “Junius Broşürü”nde, 1917 sonrası Lenin’de, daha sonraları ise Walter Benjamin’in yazılarında yer almıştır. Adı geçen bu Marksistler, ortaya koydukları anlayışlar ile Komünist Manifesto’nun yazarlarına egemen olan ilerlemeci tarih anlayışı arasına mesafe koyup, bunun, Komünist Manifesto’nun yazarlarından bu anlamda bir kopuş olduğunu ifade etmeseler de,  bu bir kopuştur. Nasıl ki 1917 Ekim Devrimi Komünist Manifesto’ya karşı bir devrim ise, yukarıda adları zikredilen yazarların ortaya koydukları bu alandaki görüşler de, Komünist Manifesto’nun yazarlarına egemen olan ilerlemeci anlayışa karşıdır.

5) Komünist Manifesto’nun yazarlarının bir başka yanılgısı ya da yanlış çıkarsaması ise, Aile ve Kadının toplumsal konumuna ilişkin olan yandır.

Komünist Manifesto’nun yazarları, burjuvazinin aile kurumunu önemli ölçüde tasfiyeye yöneldiği, burjuvazinin egemenliğinin son bulmasıyla ise, ailenin ortadan kalkacağını düşünmüşlerdir.

Komünist Manifesto’nun Proleterler ve Komünistler başlığını taşıyan bölümünde mesele şu şekilde ortaya konulmaktadır:

”Bugünün ailesi, burjuva aile, hangi temele dayanıyor? Sermayeye, özel kazanca. Bu aile tam gelişmiş biçimiyle, yalnızca burjuvazi arasında vardır. Oysa bu durumu tamamlayan şey, proleterler arasında ailenin fiilen var olmayışı ve açık fuhuştur.”

Komünist Manifesto’dan aktarılan bu bölümde de görüldüğü gibi Komünist Manifeto’nun yazarları aile kurumunu özel mülkiyetle ve mülk sahibi sınıflarla ilişkilendirmiş; ailenin varlığı ve varolma koşullarını özel mülkiyetin varlığıyla açıklamışlardır.

Ama yaşanan pratik göstermiştir ki, Komünist Manifesto’da öngörüldüğü gibi burjuvazinin egemenliği altında aile kurumunda bir çözülme olmadığı gibi, burjuvazinin mülksüzleştirildiği durumlarda da aile varlığını sürdürmeye devam etmiştir.

Bunun için 1917 Ekim Devrimi’nin yaşandığı topraklara bakmak yeterlidir. SSCB’de özel mülkiyetin tahakkümüne son verilmiş, ama aile, aile merkezli ilişkiler ve iş bölümü varlığını sürdürmeye devam etmiştir.

Yine aynı şekilde Komünist Manifesto’nun yazarları, kadının, toplumsal üretime katılmasıyla birlikte ekonomik olarak bağımsızlaştığını, bunun da erkek egemenliğinin dayndığı temeli ortadan kaldırdığını düşünmekteydiler.

Gerçi bu anlayış Komünist Manifesto’da bu biçimiyle açıkça ifade edilmese de, Komünist Manifesto’dan 36 yıl sonra yayımlanan Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı kitapta Engels tarafından tam da bu şekilde ifade edilmiştir.

Ne yazıktır ki Komünist Manifesto’nun yazarları bu hususta da yanılmışlardır. Bu yanılgının nedeni, erkek egemenliğinin erkeklerin ekonomik üstünlüğüyle açıklanmasıdır. Marksizm’e egemen olan ekonomizm, bu alanda da kendini göstermiş ve meselenin doğru anlaşılmasını engellemiştir.

Aradan geçen zaman göstermiştir ki, kadınların çalışma hayatına katılmaları ne ailenin çözülmesine yol açmış, ne de kadınların erkeklerle eşitlenmesine yol açmıştır.

6) Komünist Manifesto’nun bir başka sıkıntılı yanı, Ulusal meseledir. Komünist Manifesto’nun yazarları kapitalizmin Asya, Afrika ve Güney Amerika’yı kendi girdabına almasını “Geri ve barbar” ülkelerin uygarlaştırılması olarak mütalaa etmişlerdir. Bunun nedeni ise Komünist Manifestomun yazarlarının, kapitalist aşamayı sosyalizme ulaşmak için zorunlu bir aşama olarak tarif etmiş olmalarıdır. Hal böyle olunca da, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki anti sömürgeci hareketlerin taşıdığı devrimci potansiyel ve bu hareketlerin bağımsızlıkçı karakteri görmezden gelinmiş, bu da yetmemiş, bağımsızlıkçı hareketler yerine sömürgeciler alkışlanmıştır.

7) Komünist Manifesto’nun yazarlarının bir iddiaları ise, “kapitalizmin işçilerin yaşam standartlarını düşürme ve hatta onları yoksullaştırma eğiliminde olduğu” yönündeki öngörüleridir. Bu öngörünün yaşam içerisinde doğrulanmadığı, en azından işçi sınıfının tamamı açısından düşünüldüğünde doğrulanmadığı muhakkaktır. Günümüzde Avrupalı bir işçinin payına düşen GSMH’nın 30.000 €, bir Afrikalı işçinin payına düşen GSMH’nın ise 100 € olduğu gerçeğinden yola çıkacak olursak, Komünist Manifesto’nun yazarlarının bu konudaki öngörülerinin gerçekleşmediğini pekâlâ görebiliriz.

8) Komünist Manifestonun yazarlarının göremedikleri bir başka nokta ise, kapitalizmin kendini yeniden üretebilme potansiyelidir.

Komünist Manifesto’nun yazarları ve Marksizm’in kurucuları, henüz kapitalizmin şafağı sayılabilecek bir dönemi kapitalizmin çürüme dönemi olarak ilan etmişler ve onun doğum sancılarını, geberen kapitalizmin son çırpınışı olarak resmetmişlerdir. Ne yazıktır ki Marksizm’in kurucularında var olan bu yanılgı, sonraki kuşak Marksistlerde de varlığını sürdürmeye devam etmiş, sonraki kuşak Marksistler de tıpkı öncülleri gibi, kapitalizmin her krizini, onun “son çırpınışı” olarak ilan etmeye devam etmişlerdir.

Hâlbuki kriz, kapitalizmin doğasına içkindir ve kapitalizm ancak bu krizlerle kendisini yeniden var edebilir ve yeniden üretebilir. Dolayısıyla da onun kendisini yeniden üreten ve sermayeyi merkezileştiren yapısal krizlerini bir yönetememe ve çöküş krizi olarak mütalaa etmek doğru değildir. Komünistlerin krizden anlamaları gereken, ancak ve ancak devrimci bir duruma tekabül eden krizlerdir. Kapitalizmi de yok edebilme potansiyeli taşıyan bu tür krizlerdir.

Bunun dışındaki krizler, olsa olsa kapitalizmin kendisini yeniden üretmesine yol açan krizlerdir. Nitekim tarihte olan da hep budur.

9) Komünist Manifesto’nun yazarlarının bir başka yanılgısı da, “Öteki işçi partileri karşısında komünistler özel bir parti değildir. Komünistlerin, tüm proletaryanın çıkarlarından ayrı bir çıkarları yoktur. Proletarya hareketini biçimlemek üzere özel ilkeler koymazlar” belirlemesidir.

Bu yaklaşım oldukça hatalıdır ve nihayetinde komünistleri öncü olmaktan çok, kitlelerin kuyrukçusu yapmaya götürür. Zaten öyle de olmuştur.

Her şeyden önce proletarya bir bütün değildir, dolayısıyla da bütünlüklü davranış gösteremez. Hatta ve hatta çoğu zaman kendi içinde çatışmalıdır. Dolayısıyla da proletaryanın evrensel ortak çıkarlarını ancak ve ancak komünistler, yani komünist partileri temsil ederler. Zaten komünistler bunun için örgüt kurarlar. Eğer böyle olmasaydı, komünistlerin ayrı örgüt kurmalarına gerek kalmazdı ve komünistler işçilerin kendi örgütleri olan klasik işçi partilerine ya da sendikalara girip, orada çalışarak sınıfa hizmet ederlerdi.

Ama komünistler ne sınıfa hizmet için vardırlar, ne de komünistlerin tek derdi, işçi sınıfının çıkarlarını savunmaktır.

Proletaryanın değil ama komünistlerin başka bir yaşam tasarımları vardır, işçi sınıfı ise buna ulaşabilmenin temel öznesidir.

İşçi sınıfının tek başına başka bir dünya tasarımı yoktur. İşçi sınıfının, en iyi durumda daha iyi koşullarda yaşamak gibi bir derdi vardır. Dolayısıyla da işçi sınıfının vizyonu komünistlerin vizyonu olamaz.

10) Komünist Manifesto’nun yazarlarının bir başka yanlış belirlemesi ise, “işçilerin refah düzeylerinin artması ve boş zamanlarının fazlalaşmasına paralel olarak, işçi sınıfının kendisi için sınıf olma bilincine daha kolay ulaşacağı” biçimindeki belirlemedir.

Bu belirlemeye iki noktada itiraz edebiliriz.

Birincisi; ne yazık ki yaşamın acımasız pratiği bize bunun tam tersini göstermiştir.

İşçilerin refah düzeylerinin arttığı bölgelere baktığımızda görürüz ki, buralardaki işçi sınıfı, adeta dünya proleter devrimin önünde fren işlevi görmüş ve bu işlevini sürdürmeye devam etmektedir. Refah düzeyi artmış olan işçiler, adeta burjuvazinin dünya işçi sınıfının içindeki kolu olarak işlev görmektedir.

İkincisi; bu yaklaşım ekonomist bir yaklaşımdır. Kapitalizmin egemenliği altında işçi sınıfının kültürü ve bilinci de kapitalizmin yarattığı kültür ve bilinçtir. Bu egemen kültür ve bilinçle, kapitalizmin egemenliği altında işçi sınıfının refah düzeyinin artması, işçi sınıfını, bir tüketim toplumu olan kapitalist düzende kapitalizmin kendisini yeniden ve yeniden üretebilmesine, yaşam kaynaklarının aşırı tüketimine, dolayısıyla da kapitalizmin yeryüzü yaşamına karşı işlediği suçlara ortak eder. Refah düzeyi artmış Batılı işçilere baktığımızda, boş zamanlarında tüketmekten, seyahat etmekten ve eğlenmekten başka bir şey düşünmedikleri görülmektedir.

Komünist Manifesto’daki bu anlayış; devrimci gelenekte de ekonomist, dolayısıyla da reformist bir anlayışın gelenekselleşmesine hizmet etmiş, devrimci hareketin önemli bir kesiminin işçi mücadelelerinde kendilerini ücret ve hak talepleriyle sınırlamalarına, dolayısıyla da sendikalizmin batağına saplanmalarına yol açmıştır.

11) Komünist Manifesto’nun yazarlarının bir başka handikabı, insan merkezli bir gelecek tasavvuruna sahip olmalarıdır.

Bu nokta, Marksizm’i, özellikle son 2500 seneye damgasını vurmuş olan tek Tanrılı dinlerle akraba yapmaktadır. Bilindiği gibi bütün tek Tanrılı dinlerde insan en önemli yaratıktır ve tanrı bütün evreni ve evrendeki canlıları insan için yaratmıştır. Bir bakıma insan, Tanrının yeryüzündeki yüzü ve her şeyin efendisidir. Ne yazıktır ki, Marksizm’in kurucuları, insanı yüceltmekte dinlerden geri kalmamış, bütün bir gelecek tasarımını insanın mutluluğu üzerine kurmuşlardır.  Bu insan merkezli bir ırkçılıktır. Marksizm’in gelecek tasarımına egemen olan özne insandır. Komünist Manifesto’nun yazarları, tamda bundan dolayıdır ki, kapitalizmin gelişmesini, daha doğrusu sanayiyi ve tekniği geliştirmesini, bu gelişmenin nelere ve hangi yaşamların yok olmasına bakmaksızın koşulsuz alkışlamışlarıdır.

Marksizm’in kurucuları bu noktada o denli ileriye gitmişlerdir ki, örneğin Engels, özgürlük tanımını, “İnsanın doğayı ele geçirip ona hükmetmesi” olarak izah edebilmiştir.

Gelinen aşamada insan neredeyse doğaya egemen olma aşamasına gelmiştir ve bu durumun yol açtığı sonuçlar ortadadır; doğa, neredeyse toptan bir yok oluşla yüz yüzedir.

Marksizm’in kurucularının insan merkezli bir gelecek tasarımlarının bir geleceği olmadığı anlaşılmıştır. Kaldı ki, bu gelecek tasarımının bir geleceği olsa bile, bu kesinlikle reddedilmelidir.

Nihayetinde insan da, diğer canlılar gibi doğanın bir parçasıdır ve ne diğer canlılardan üstündür ne de gerek doğanın, gerekse de doğadaki canlıların üzerinde tasarruf hakkına sahiptir. Dolayısıyla da günümüz Marksistlerinin gelecek tasarımı insan merkezli değil, doğa merkezli olmak durumundadır.

Sonuç Yerine

Sonuç olarak, Komünist Manifesto’nun devrimci ruhuna sahip çıkan ve onu kendi geleneği olarak ilan eden komünistler, gerek Komünist Manifesto’nun temelini oluşturan diyalektik materyalizmin mantığı gereği, gerekse de devrimci teorinin bir zorunluluğu olarak, Komünist Manifesto’nun yazarlarına rağmen, Komünist Manifesto’yu hak ettiği zemin üzerinde yeniden ayağa kaldırmak zorundadırlar.

Eğer bu yapılmaz ve Komünist Manifesto’nun yazarlarına bağlılık adına onun yazarları kutsanır ise, Marksizm, 174 yıldır taşımış olduğu doğum lekesinden kurtulamayacağı gibi, zamanla yaşamın acımasız pratiği karşısında tuz buz olup dağılmaya mahkûm olur. Bu durumda bunun sorumluları Komünist Manifesto’nun yazarları değil, bugünün komünistleri olacaktır.