“Bu dünyadan Nâzım geçti. Bu güzel adam komünistti. Sevinmeliyiz, kıvanmalıyız, yücelmeliyiz ki böyle bir ağabeyimiz oldu. O ne büyük şair! O ne paylaşmacı bir kişilik! O ne cömert bir yürek! O ne cesaret, çalışkanlık, umut ve iyimserlik! O nasıl bir insan! Nâzım, kendi deyişiyle “sol memenin altındaki cevahir”le, yani yüreğiyle ve 20. yüzyılın gördüğü en büyük dehalardan birini yaratan aklıyla bir devdi. Birbirinden ayrılamayacak olan şairliği, komünistliği, insanlığı ve üreticiliği idi Nâzım’ı tarihe bırakan. Biz de onun yasını tutmayalım, onu, layık olduğu biçimde coşkuyla analım. İyi ki oldun, Nâzım!”
Yukarıdaki satırların yazarı, Devrimci İşçi Partisi Genel Başkanı Sungur Savran. Kendisi Troçkist çevrenin en bilindik simalarından olsa da esasen Troçkist hareketin tasfiyecilerindendir.
Kürdistanlı bir grup Troçkist arkadaş onun için “Troçkist hareket içindeki gizli Kemalist damar” derlerdi de “o kadar da değil” derdik, az bile demişler.
Troçkist hareket, Stalinizmi karşı devrimci olarak tarif eder, bunu bilmeyenimiz yoktur. Nazım Hikmet ve onun o üyesi olduğu TKP ise o yıllarda katıksız Stalinist idiler.
Hal böyle olunca da ortaya şu soru çıkıyor: Stalinizm karşı devrimci ise onun şairliğini yapmış Nazım, “Bolşevik ilan edilebilir mi?
Peki, gerçekte Nazım kimdi, neydi?
Nazım Hikmet, ideolojik ve politik olarak hiç bir zaman Marksist bir zeminde durmamıştır. Kişi kendisini komünist ilan edebilir ama bu onun komünist olduğu anlamına gelmez.
Nazım Hikmet, 1921’de Kuva-i Milliye Hareketine katılmak için Vâlâ Nurettin’le “Anadolu”ya geçer. Hasbelkader Bursa İnegöl’de Rus Ekim Devrimi’nin etkisinde olan bir grupla tanışır. Ekim Devrimi üzerine anlatılanlardan etkilenir ve Rusya’ya gider. 1924 yılına kadar Moskova’da kalır.
Rusya’dayken Troçki hayranıdır zira o yıllarda Troçki iktidarın en tepesindedir. Hatta Troçki üzerine şiir bile yazar:
“Senin 1 Mayıslarını gördük
Uğultularını duyduk,
Kocaman bir Çan gibi haykıran Troçki’yi” (Rusya’ya Veda adlı şiirinden, 1924)
Aynı Nazım, daha sonraki yıllarda Stalin’e övgüler sıralar: ”Stalin benim için çok mühimdir, gözümün ışığı, fikirlerimin kaynağıdır. Beni o yarattı… Fikirlerimin kaynağıdır.” (1951, Moskova)
Stalin ölüp de Rusya’da destalinizasyon dönemi başlayınca, Nazım bu kez de Stalin düşmanı olarak sahne alır: “Deli bir despotun çılgınlıklarının kurbanı olarak düşen Lenin’in en sadık dostlarının acı akıbetinden kurtuluşum otuzlu ve kırklı yıllarda SSCB’de bulunmayışımdandır.”
Nazım Hikmet, Sovyetler Birliği’nden Türkiye’ye döndükten sonra da Mosvoka’nın resmi siyaseti ne ise ona bağlı kalmıştır. Türkiye’deyken yargılanmış, Mustafa Kemal’den af dilemiş (Mustafa Kemal’e yazdığı mektuba bakınız) ama dönemin rejimi bunu bile hazmedemeyecek kadar uzlaşmaz olduğundan, Nazım’ın payına da mahpusluk düşmüştür.
Nazım Hikmet’in o yıllardaki siyasi tutumunun ve bağlı olduğu değerlerin anlaşılması bakımından, yargılandığı 1938 Harp Okulu Komutanlığı Askeri Mahkemesi Davası’nda yaptığı savunmada söyledikleri önemlidir:
“Ben Cumhuriyetin, Mustafa Kemal’in Türkiye’ye getirdiklerinin ne büyük hizmetler olduğunun idraki içindeyim. Komünist olmam, Mustafa Kemal Paşaya saygı duymama, Anayasa’daki altı umdeye sahip çıkmama mani değildir ve neşriyatım bunun delilidir.”
Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi Nazım Hikmet için bir insan hem komünist hem de Misak-i Millici, Türk milliyetçisi olabilir, TC’nin kuruluşunu temsil eden altı ilkeyi savunabilir.
Yine Nazım’a göre hem Ermeni, Kürt, Pontuslu soykırımları savunulup, bu soykırımların mimarlarına methiyeler dizilip hem de komünist olunabilir.
Peki, bu dünyadan bir Nazım geçmeseydi ne olurdu?
Bu sorunun cevabı, tarihe kimin nerden baktığına bağlı olarak değişir. Eğer tarihe Türk milliyetçiliği ve onun sosyalist hareket üzerindeki etkisinden yana olanlar açısından bakacak olursak, Nazım’ın bu dünyadan geçmemiş olması kayıp olurdu. Zira sosyalist hareketin Kemalist leke ile doğumunda Nazım’ın şairliğinin payı büyüktür.
Eğer tarihe Komünist bir yerden bakacak olursak, Nazım’ın bu dünyadan geçmemiş olması sosyalist hareketin çıkarına olurdu. Çünkü Türkiye’de Marksizm’in ulusalcı bir lekeyle doğumunda Nazım ve diğer kadroların (TKP, TİP, YÖN kadroları) etkisi hayati öneme sahiptir.
