Deoksiribo Nükleik Asit (DNA), esasında bir moleküldür; canlı organizmayı oluşturur, onun sürekliliğini sağlar. DNA da canlı bir organizma olduğundan hep aynı kalmaz, değişikliğe uğrar.
İnsan DNA’sı da zamanla, insan öncesi canlılardan evrimleşerek oluştu.
Dolayısıyla da ortak insan DNA’sından söz edebiliriz ama Kürt, Türk, Ermeni, Süryani, Rum, Arap, İngiliz, İspanyol gibi DNA’lardan söze edemeyiz.
Bunlar etnik, ulusal, sosyolojik, kültürel topluluklardır, ortak bir DNA’ya sahip olmazlar.
Dersimli bir insanın Kuzey Avrupalı Keltlerle, Kuzey Afrikalılarla DNA akrabalığı bununla alakalıdır.
Mesela bugün Türklüğüne toz kondurmayan bir Türk’ün DNA’sı incelensin, Orta Asya Türklerden çok, Ermenilerle, Lazlarla, Kürtlerle, Rumlarla DNA akrabası olduğu ortaya çıkacaktır.
Aynı şey soy için de geçerlidir: Kişin soyu olmaz, insan soyundan söz edilebilir. Mesela ana ağırlıklı toplumlarda soy, anne üzerinden belirlenirdi. Erkek egemen toplumlarda ise babaya göre belirleniyor.
Mesela Osmanlı Padişahlarının çoğunun annesi Türk ve Müslüman değildir ama soy babaya göre belirlendiğinden, bunların aynı soy ağacının meyveleri olarak kabul edilir.
Hâlbuki ki Osmanlı Padişahları Türk oldukları kadar Rum, Kürt, Laz, Çerkes, Arap, Rus, Ukraynalı, Fransız idi.
Soy denilen uydurulmuş kategorinin bilimsel bir yanı yoktur, tamamen ideolojiktir. Genlerimizi anne ve babadan eşit oranda (%50-%50) alıyoruz. Bazı genetik özellikler anne veya babadan daha baskın şekilde bize aktarılır.
Mitokondriyal DNA ise yalnızca anneden gelir. “Mitokondriyal DNA, hücrelerimizin enerji üretim merkezi olan mitokondrilerde bulunan özel bir DNA türüdür.”
Asıl ilginç olan şu: Soy ağacı takibi bu DNA üzerinden takip ediliyor.
Tabi bu takibin sonunda “Aaa, biz Ermeniymişiz, Türkmüşüz, Kürtmüşüz” gibi bir sonuç çıkmıyor, olmadık insanlarla akrabalık çıkıyor.
Lakin bu bizi “Türk, Kürt, Alman soydaşlığı” gibi bir sonuca götürmüyor Yeni Zelandalı ya da Amerikalı Yerli, Atinalı, Tahranlı ile “soydaş”, “kandaş” yapıyor.
Sonuç olarak: Ulus olmak için şanlı bir tarihe, binlerce yıl eskiye uzanan bir soy kütüğüne, kandaşlık bağı kurmaya gerek yoktur.
Bir toplum/topluluk kendi arasında aidiyet, duygu ve ülke bağı kurmuşsa ve kendisine dayatılan egemen ulus kimliğini reddediyor, kendisini bunun dışında ayrı bir ulus olarak görüyorsa; bu onun ulus olması, siyasi ve ekonomik olarak kendi kendini yönetmesi, kendi geleceğini belirleme hakkı için yeterlidir.
Klan, aile, aşiret, halk, ümmet gibi ulus örgütlenmesi de tarihsel koşulların bir sonucu olarak ortaya çıkmış örgütlü bir aidiyettir; tarih boyunca hep var olmadı, tarih devam ettikçe de olmayacak.
Zamanı gelince o da tıpkı klan, aşiret, ümmet gibi yerini başka bir örgütlenmeye bırakacaktır.
Günümüzde ulus devletler, ulusal örgütlenmeler çağında yaşıyoruz, bunun anlamı şudur: Egemen ulus, başka ulusları baskı altına alıyor ya da yok ediyor; bu da bu uluslara kendi varlıklarını sürdürme hakkı doğuruyor. Bu bir seçimden çok zorunluluktur.
Bir kadının kendi bedeni, bir işçinin kendi emeği, bir insanın kendi seçimi üzerinde söz ve hak sahibi gibi baskı altındaki bir ulusun da kendi geleceği hakkında söz sahibi olmak istemesi bir tür var oluş hakkıdır. Meselenin siyasi boyutu bir yana, var olma hakkı, her canlının en doğal/ilkel refleksidir; olması gerekendir
